Anadolu, üzerinde gizemini günümüzde de korumaya devam eden nice büyük uygarlıkların gerçek yaşam hikâyelerinin sergilendiği bir tiyatro sahnesi gibi. Oyunlar gelip geçiyor bu sahneden. Oyuncular görkemli performanslarıyla izleyenleri büyülüyorlar. Gündelik yaşamı anlatan aşk hikâyeleri, av sahneleri, bir erkeği erkek yapan törenler ve tanrıları izleyicilerle tanıştıran doğaüstü masallar sürüp giderken sahne ışıkları kararıyor ve birden tiyatronun arkasındaki ormanda uluyan kurtların korkutucu sesleri eşliğinde savaş başlıyor. Kadınların çığlıkları, geceyi kızıla boyayan alevler ve kalkanlara çarpan kılıçların yağmur sesini bastıran gümbürtüsü..
Bütün sesler kesilip savaş tanrısının öfkesi dindiğinde sahnede yıkılmış bir şehrin duvarları arasında tüten duman ve gövdelerine saplı mızraklarla yerde yatan oyuncular görülüyor. Savaş bitmiştir. Ürkek adımlarıyla ateş ve dumanın arasından seçilebilen kirli ve yorgun atların üzerindeki adamlar artık bu sahnenin yeni oyuncularıdır. Geriye kalan birkaç yaralı adam yanlarına kadınlarını ve ağlaşan çocuklarını alarak çekilirler sahneden. Hep bereket hasat ettikleri topraklar, elleri kanlar içinde kalarak kesip düzelttikleri taşlarıyla bu şehir artık onların değildir.
Bu coğrafyada az önce anlattıklarıma çok benzeyen kim bilir kaç oyun gerçekten yaşanarak sergilendi bilinmez ama içlerinden biri insanları derinden etkiledi. Helenlerin Truva’yı kuşatması ve Truva’nın düşüşü Anadolu’nun gördüğü en dramatik savaşların başında geldi ve çağlar boyu unutulmadı, unutturulmadı. Ancak bu savaş pek bilinmeyen ve savaşın büyüklüğü yanında önemsenmeyen başka şeylere de sebep oldu.
M.Ö. 1200’lerde yüzlerce parça gemi ufukta belirdiğinde Truvalılar her ne kadar sağlam sur duvarlarının kendilerini koruyacağına inansalar da çevrelerinde bulunan ve barış içinde oldukları krallardan yardım istediler. İlk elçiler yakındaki Satnioeis (bugünkü Tuzluçay) nehri kıyısında kurulu Leleg şehri Pedasos’un kralı Altes’e gittiler. Bu tercih nedensiz değildi. Leleg’ler çevrede savaşçılığı ve cesareti ile tanınırdı. Altes Truva’nın Helenler tarafından ele geçirilmesinin kendi güvenliklerini de tehlikeye sokacağını bildiği için ordusunun en seçkin askerlerden oluşan bir bölümünü Truva’nın emrine verdi. Ancak bu kez tanrılar onların yanında değildi. Muhteşem Truva duvarları aşılmış ve şehir Helen savaşçıların eline geçmişti. Muzaffer Helen komutan Aşil için şimdi intikam ve gözdağı vaktiydi. Atını Pedasos’a doğru mahmuzladı. Şehri taş taş üstünde kalmayıncaya kadar yakıp yıktı. Koca Anadolu sahnesi tanıdık bir trajediye daha perde derken canını kurtarabilen Lelegler artık kendilerine ait olmayan şehirlerini çoktan terk etmişlerdi. Büyük göç gurupları halinde güneye doğru ilerlediler. Kendilerine yerleşebilecekleri, tarım ve balıkçılık yapabilecekleri topraklar aradılar. Sonunda bugün Bodrum yarımadası olarak isimlendirdiğimiz yere ulaştılar. Kayalık tepelerin ulaşılmazlığı güvenli şehirler kurabilmelerine izin verecekti. Denizin yakınlığı onları başka limanlara bağlayabilirdi. Burada karar kıldılar. Helenlerin yok ettiği Pedasa’yı burada bir kez daha kurdular. Hem de sadece Pedasa değil Termera, Myndos, Uranium, Telmisos, Madnasa, Side, Syangela gibi başka Leleg şehirleri de hızla gelişti.
Muğla Üniversitesi Arkeoloji bölüm başkanı Profesör Dr. Adnan Diler bir süredir kazı başkanı olarak Leleg şehirlerinden biri olan Pedasa’daki kazıları yönetiyor. Pedasa’da belgesel yapacağımı ve bana eşlik etmesinden keyif duyacağımı söylediğimde bunu hemen kabul etti ve beraber bir belgesel hazırladık. Lelegler ile ilgili bir çok bilinmeyeni de bu belgeselin hazırlık aşamalarında ondan öğrendim. Örneğin Leleglerin ataya bağlılıkları çok ilginçti. Ölüleri için hazırladıkları farklı türde mezarlar yaşadıkları evlerle neredeyse yanyana, iç içeydi. Tarihçi Herodotos Lelegleri anlatırken onların savaşçı bir halk olduğundan, savaş alanlarına getirdikleri yeniliklerden söz ediyor.
Lelegler Bodrum yarımadası ve çevresinde çok güçlü bir uygarlık oluşturdular. Yaşadıkları felaketlerden edindikleri tecrübelerle şehirlerini zor ulaşılan, stratejik açıdan ele geçirilmesi güç yüksekliklerde kurmayı tercih ettiler. Üzerinde ustaca savaştıkları toprakları ekip biçmeyi, üzüm ve zeytin yetiştirmeyi de çok iyi bilirlerdi. Bu yüzden bazı Leleg şehirlerindeki kazı alanlarında antik tarım uzmanları da çalışmalar yapıyor. Yaşadıkları kentlerin çevresinde hala onların döneminden kalan tarım terasları neredeyse olduğu gibi duruyor. Günümüz organik tarımının onlardan öğrenecek çok şeyi olduğuna inanıyorum.
Perslerin kontrolü altındaki Karialı Satrap Mausolos Leleg’lerin savaşçı özeliklerinden yararlanarak onlara ordusunda görevler verdi.Öte yandan dağınık Leleg şehirlerini bir araya getirip Karia’yı güçlendirmek istedi..Sonuçta Lelegler ayrı bir halk olarak değil Karialı olarak anıldılar ve kayboldular.
Ne olursa olsun Anadolu’nun batı ucunda silinmeyecek izler bırakmış Lelegler. Her ne kadar eski eser kaçakçılarının körüklediği defineciler onlara büyük zararlar vermiş ve vermeye devam ediyor olsa da..
Dünyada Leleglerin varlığını öğrenenlerin sayısı hızla artıyor ve araştırmalar onlar hakkında her geçen gün biraz daha fazla bilgi sahibi olmamızı sağlıyor. Korkusuz tunç adamlar iz bıraktıkları Anadolu tarihindeki haklı yerlerini alıyor.
Rıfat Çığ