Karayiplerin kuzeyinde rengarenk bir ada ülkesi... Devrimle birlikte zamanın 1959'da donup kaldığı bir yer... Doğasıyla huzur veren, melodileriyle insanın içini ısıtan, tarihle müziği buluşturan bir coğrafya: Küba.
Dünyada bazı özel şehirler vardır; İstanbul, Paris, Roma, New York gibi... İşte Küba'nın başkenti Havana da dünyanın o en özel şehirlerinden biri. Birbirinden renkli Barok tarzında inşa edilmiş eski binalar, gün boyu capcanlı daracık sokakları, şehrin dört bir yanında kol gezen 1950'lerden kalma Amerikan arabaları, okyanus dalgalarının vurduğu 5 kilometrelik sahil şeridi 'Malecon'u ve hareketli yaşamıyla insanın kanını kaynatan bir şehir burası. İlk bakışta görünen karmaşık yüzünün ardından müthiş bir ahenk barındırıyor aslında. Ernest Hemingway, Jean-Paul Sartre, Simone de Beauvoir ve Nazım Hikmet... Hepsinin yolu bu şehirden geçmiş vaktiyle; ilham perilerini Havana'da bulmuş ve yine bu şehirde yazmışlar kimi eserlerini. Kültürel zenginliğiyle büyüleyen bir şehir burası.
Havana'nın kaotik ama bir o kadar da büyülü atmosferini geride bırakınca, palmiye ağaçları ve tütün tarlalarıyla kaplı Viñales Vadisi'nde buluyor insan kendini. Dünyanın en kaliteli puro tütününün yetiştirildiği bu vadi, 1999'da UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girmiş. Aynı alanda bir zamanlar bölgedeki yerli Kızılderililerin yaşadığı 'Cueva del Indio' adlı mağara ise bugün sarkıt ve dikitleriyle turistlerin ilgisini çeken, içinden geçen nehirde sandal turları düzenlenen bir yer.
Viñales Vadisi'nden sonra istikamet, Küba'nın en turistik kentlerinden biri olan Trinidad. Burası, 'conquistador'ların, yani İspanyol fatihlerin 'Yeni Dünya'da kurdukları en eski şehirlerden biri. Adını 'Baba-Oğul-Kutsal Ruh' üçlemesinden alan Trinidad, rengarenk duvarlı ve antika eşyalarla dolu evleri, evlerinin girişinde sallanan sandalyelerinde oturarak günlerini geçiren güleryüzlü insanları ve salsa, cha cha, rumba tınılarıyla şehrin dört bir yanını melodilerle süsleyen sokak müzisyenleriyle bambaşka bir atmosfere sahip. Salaş evlerinin yanı sıra geniş avlulu konaklarıyla da dikkat çeken Trinidad'ın bu görkemli yapılarının ardında ise dramatik bir kölelik hikayesi saklı. Şehrin biraz dışında göz alabildiğine uzanan şeker kamışı çiftliklerinin bulunduğu 'Valle de los Ingenios' adlı vadi, bir zamanlar hem köle hem de şeker kamışı ticaretinin merkezlerinden biriymiş. Afrika'dan Kuzey Amerika'ya yapılan köle ticaretinin dağıtım merkezi olan Küba'da, köle tacirlerinin büyük kazanç sağladığı şehirlerden biri de Trinidad olmuş.
Küba'nın bir başka renkli şehri de Camagüey. 18. yüzyıldan kalma yapıları, taş kaplı meydanları, çiçeklerle süslü restoranları ve sokaklarında 'bicitaxi' denilen bisiklet taksilerin kol gezdiği bu güzel şehir, adaya gelen turistlerin vazgeçilmez ziyaret noktalarından biri.
Ve Küba'nın ikinci büyük şehri, Santiago de Cuba... Kristof Kolomb'a, “Cennet varsa burasıdır” dedirten, 1950'lerde Küba devrimine giden yolda önemli rol oynayan ve dağlarında örgütlenilen, 1 Ocak 1959'da ise Fidel Castro'nun zaferini ilan ettiği kent burası. Aynı zamanda Bacardi ailesinin dünyaca ünlü rom imparatorluğunu kurduğu yer Santiago de Cuba.
Küba, binbir türlü güzelliği, yemyeşil doğası, göz alabildiğine uzanan sahilleri, güleryüzlü insanları, capcanlı müzikleriyle insanın içini ısıtan, devrim tarihiyle merak uyandıran bir ülke... Tarihle müziğin Küba'daki büyük buluşmasına İZ'de tanık olun! İZ'de izleyin!
Henüz Yorum Yapılmadı. İlk yorumu siz yapın.