2010 yılında, sanırım yine bir mayıs günüydü, ve İğneada subasar ormanında çekimdeydik. Ekibimiz çok genişti. Ormancılar, arazi araçlarıyla yol açıyor, biz de kendi arazi araçlarımızla onları izliyorduk. Sonra araçlarımızı bırakıp yürümeye başladık. Her yerde çeşit çeşit bitkiler, ender görülen çiçekler vardı. Burada, doğa bambaşka bir kimliğe bürünmüştü. Bütün malzememiz hazırdı. Olmayan tek şeyimiz ise zamandı. Her şeyi çarçabuk ve bizden istendiği gibi yapmalı, kurallara uymalıydık. Sonuçta bütün bunlar güzel bir program haline getirilip bir televizyon kanalında yayınlandı. Herkes bu müthiş ortamı çok sevdi. Oysa daha söyleyecek çok şey, dokunulacak çiçekler, anlatacak neler neler vardı. İğneada içimde kalmıştı. Ayrılırken “Bir gün böyle bir ormana tekrar düşüreceğim yolumu” dedim kendi kendime. “Hem bu kez gerçekten dokunacağım süsene, göl soğanına ve nilüferlere...”
Aradan üç yıl geçti. İğneada bazen sorunları bazen güzellikleriyle hala herkesin dilinde. Sanki Anadolu’da başka subasar orman yokmuş gibi bir hava var. Oysa İstanbul’un bir yanı İğneada ormanlarına diğer yanı başka bir rekortmen Subasar ormana komşu. Acarlar longozu Türkiye’nin tek parça halinde en büyük subasar ormanı ve yine topraklarımızdaki en geniş orman altı gölüne sahip. İğneada ile yarışabilecek kadar büyük üstelik. Türkiye 1960’lara kadar kuşağımızın en fazla subasar orman alanına sahipken, kurutma çalışmaları, verimli sediman toprağın tarla olarak kullanılmak istenmesi, ağaç kesimi ve tanıdık başka sorumsuzluklarla, 50 yılda bunun üçte birini yitirmiş. Çok yakın bir geçmişte, aklımızdan bu ormanların varoluş sebebi olan sularını alıp büyük şehirlerin kullanımına vermek gibi inanılmaz projeler geçti. Yani tehlike sürüyor.
Longozlar iç içe girmiş birkaç ekosistemi ifade eder daima. Önce dereleriyle longozu besleyen orman, ardından deniz seviyesinde ve önü bir kumul setiyle yarı kapalı bir göl, subasar orman, kumul ekosistemi ve son olarak da deniz ekosistemi. Bütün bu sistemler birbiri ile ilişki halinde olduğunda bir subasar ormandan söz edilebilir.
Biraz daha yüksek kotlardaki büyük ormanlardan gelen sular longozun hayat kaynağı. Bu sular olmaz veya az olursa gölde bakteri faaliyetinden dolayı asitlik oranı artıyor. Ekosisteme ait bütün canlılar, yağmurlar yeniden yağıncaya kadar direnmeyi biliyor, çünkü uyumları bu yönde. Ama ya su gelmez veya olması gerekenden az gelirse? İşte o zaman binlerce canlının burada olduğunu anlatan cıvıltı ve kıpırtılarla dolu bu orman için sessizlik dönemi yaklaşıyor demektir.
Gözlerim Acarlar Subasar ormanını beslemesi gereken ormanları aradı. Parça parça ağaç kümeleri gördüm. Aralarında büyük boşluklar, yani tarlalar ve evler vardı. Bu, evsel atıkların ve tarlada kullanılan ilaçların su basar ormana gelebileceğini gösteriyor. Her şeye rağmen longoz henüz hayatta. İçinde balıklar, yılanlar, kaplumbağalar, yumuşakçalar ve saymakla bitiremeyeceğim başka hayatlar var. Süsenler tam mevsimindeydi. Bir zamanlar, içerdiği tıpta kullanılan galanthamin maddesi yüzünden, ormanlarımızdan 7 milyon kök toplanıp, tohumlarıyla yurt dışına kaçırılan Göl soğanı (Leucojum aestivum) ise azdı ve olanlar da tohuma dönmüştü. Gözüme çarpan başka bir şey daha oldu. Böyle yerlerin değeri anlaşılınca, birden orayı koruduğunu söyleyen, bir anlamda sahiplenen birileri ortaya çıkıyor. Bu kişiler profesyonel değil, halktan kişiler. Longozu, yükseklerdeki ormanlar, kumul ve deniz ile bir bütün olarak düşünmüyorlar. Tatlı suyun önünü kesip, bu longozu yaşatan kumula nasıl ulaşabileceğimi sorduğumda böyle bir şeyin varlığını bilen bir kişi bulabildim. Bir orman gölü, üzerinde dolaşan deniz bisikletleri, her an koparılabilecek nilüferler, hoparlöründen Tarkan dinleyebileceğiniz bir su üstü iskele lokantası, evcil ördek ve kaz sürüleri.. Şimdilik Acarlar subasar ormanından anlaşılan bu kadar. Ancak daha fazlasını öğrenmeye açıklar. Bana onlarca soru ve daha fazla tanıtım için neler yapabileceklerini sordular. Burayı ellerinden geldiğince temiz tutmaya çalıştıklarını anlattılar. Buna da şükür...
Tropik Mangrov ormanlarının kuşağımızdaki eşdeğeri olan Subasar ormanlar, başka hiçbir yerde bu kadar büyük, bu kadar bitki zengini ve doğal değil. Ayak bileklerine kadar suya girmiş birer genç kız gibi duran bu ağaçlar, eteklerinin altında kimsenin bilmediği çiçekleri, kelebekleri ve kuşları, kısaca dünyamızın gelecek için beslediği umutları saklıyor.
Rıfat ÇIĞ