Kıskançlık, korku, hırs, şiddet, cinsellik, aşk, özlem..
Bodrum katında bunlar var.
Yarısı hiç açılmamış paketlerde, diğer yarısı kolilerde ezilmiş..
Aklın mahzeninde, bunlar birikmiş…
Rüyalar.. Kaydedemediğimiz, başa sarıp yeniden izleme şansımız olmayan, sadece uyandığımızda hatırlayabildiğimiz kadarıyla var olan; soyut görüntüler...
Neden rüya görüyoruz? Uyandığımızda kendimizi bile şaşırtan bu görüntüler, beynimizde nasıl meydana geliyor?
Akıl; -bir gün onu %100 keşfettiğimizi sandığımız an gelse bile- hiçbir zaman tam olarak anlaşılamayacak, karmaşık bir makine gibi gelir bana. Teknolojik buluşlarla, sonunda işi; kendi “aklına” rakip bilgisayar, robot bile icat etmeye dek vardıran insanoğlunun, hesap makinesinden bile daha az kullandığı alet ; “kendi aklıdır” gibi gelir.
Somutlaştırmak zor belki ilk bakışta ancak ; en özgür çalışma konusu, beynin yaratımıyla ilgili olan konular bence. Örneğin; rüyalar..
Rüya bu. Doğrusu, yanlışı, ayıbı, takdir edilebileni yok. Uyandığımızda, genelde gördüğümüz rüyanın “saçmalığı” üzerine yorumlar yapar, güleriz. Rüya gördüğümüz sırada mantık uyur. Kolilere sakladığımız duygular, düşünceler; bodrum katında kendi kendilerine açılmaya başlar.
Rüyalardaki zaman-mekan kavramının karışık düzeninin, çekimlerimizi azıcık kolaylaştırdığını söyleyebilirim. Devamlılıktan (!) kurtulduk. İşin esprisi tabii bu.. Rüyalarda; önceden aklımızda kurgulanmış bir senaryoyu görmediğimiz için, kendi zihnimiz içinde dahi olsa; olan bitene, akıp giden o görüntülere, en az sinemada ilk kez izlediğimiz film kadar yabancıyızdır. Bu biraz ironik, diğer yandan yaratıcılığı besleyen bir “yetenek” gibi aslında.
Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi ve İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nde yapmış olduğumuz çekimlerde, uyku labaratuarlarında bazı hastalarla tanıştık. İtiraf etmeliyim, gördüğüm tablo karşısında “uyuyabilmenin” değerini anladım.
Uyku problemi çeken hastalara, uyumadan önce; göz küresi hareketlerini, kalp atışlarını takip edebilmek için kablolar bağlanıyor. İşte göz kürelerine bağlanan bu kablolar sayesinde, rem uykusu takip edilip, kişinin ne zaman rüya gördüğü tesbit ediliyor.
Nasıl ki hiçbirimizin parmakizi birbirine benzemiyorsa, herkesin rüyası da kendine özel ve birbirinden oldukça farklı..Ve “aklımız” sandığınızdan daha karmaşık ve çalışkan..
Örneğin; gece yatmadan önce, bir metin yazmaya konsantre olmuşsanız ve henüz sonunu getiremediyseniz; uykuya daldığınızda, beyninizde metnin inşaatı sürmeye devam eder.
Veya ; tüm gün zihninizi kurcalayan bir problem varsa, uyku esnasında, ona çözüm bulmak için aklınız yeniden kolları sıvar. Zihninizde Einstein’lar ürer. Onlar çalışır durur. Rüyalarla size not bırakırlar. Siz de sabah uyandığınızda sadece o notları anımsarsınız..
Bilinçdışı ürkütücü bir canavar değildir.. Sevmediğiniz, istemediğiniz düşünceleri de, fazla eşyaları depoya kaldırır gibi bilinçdışınıza tıkıştırmayın. Asıl tehlike kabus görmek değil, depoda yer kalmaması durumunda aklın çıkmaza düşmesi çünkü. Hayatımınız üçte birini uykuda geçiriyoruz. Bu 60 senelik bir ömrün 20 senesi demek... 20 sene de, en az 40 sene kadar değerli sayılmaz mı? Pekii ya uyurken gördüğümüz rüyalar?
Somut bir göstergesi olmadığı için hala araştırılmaktan eskimeyen, anlamları için kitaplar yazılan, tartışmalara konu olan, bilinçaltımızın karmaşık oyunu; rüyalar..
Hepimiz bu oyunu , her gün , bıkmadan oynuyoruz.. Sabah hatırlasak da, hatırlamasak da..
Herkese renkli rüyalar…
Dilek Mayatürk
"Aklın Mahzeni: Rüyalar" - Yapım Sorumlusu